ŞEYH KASIM (ŞêX KASIM)

Şêx Kasım, İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i Aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin otuz üçüncüsüdür.
Şêx Kasım, aslen DERŞEW aşiretinin ŞİBLİ ailesindendir. Şêx Kasım’ın yaşadığı dönemde Derşev aşireti, Botan’a bağlıydı. Botan ise 1880 ler de Osman İmparatorluğuna bağlı bir eyalet olup merkezi Cizreydi. Ve Botan, ünlü Kürt ailesi Bedirxanilerin yönetimindeydi.
Botan eyaleti’nin merkez Cizre’den sonra ikinci idari yerleşim merkezi ise DERŞEV (bugünkü ALKAMER köyü) idi. Derşev, hem merkez köyün adı hemde köy ve mezralarda yaşayan topyekûn aşiretin adıydı (bu aşiret halen mıntıkanın ve Anadolu’nın çeşitli yerlerine yerleşmiş kalabalık bir aşirettir).
Derşev aşireti, eyalet idaresi muhtelif sektörlerinde Mir Bedirxan Paşa’ya yardımcıydılar. Bu sebeple, 1848’de imparatorluk tarafından Bedirxaniler ve ona destek olan aşiretler hakkında çıkarılan sürgün fermanı, Derşev aşiretinin Şibli ailesinide kapsamış ve beraber sürgüne gönderilmişlerdir.
Ailesinin sürgüne gönderildiği bu yıllarda Şeyh Kasım henüz oldukça gençtir ve medrese tahsilini yapmak üzere Muş’a gitmiştir. İlk olarak ilmini Muş’un köylerinden birinde bitirip icazetini Nakşî meşayihinden Şeyh Salihi Subki’nin babası Molla Resul-i Subki’den alır. Ve aynı zamanda Şeyh Salih-i Subki’nin yanında tarikata girer ve müridi olup amel etmeye başlar.
Memleketine döndüğünde ailesinin başına gelen felaketleri öğrenen Şeyh Kasım, tahsil dolayısıyla, uzun süre ayrı kaldığı sürgüne giden aile efradıyla görüşmek ve helâlaşmak için ailenin sevk istikametini takip ederek yola koyulur. Zamanın yol ve vasıta imkânsızlığı ile kervanla at üstünde konaklaya konaklaya Diyarbekir’in Çınar kazasına bağlı Aktepe köyüne varır. Burada köyde ikamet eden Nakşibendî Tarikatının Xalidi kolunun rükünlerinden Şêx Hasani Nurani’nin misafiri olur. Ve buradan Diyarbekire giderek akrabalarını bulur, onlarla helalleşip vedalaştıktan sonra tekrar Aktepe köyüne gider. Misafirliği müddetince büyük zat ve büyük veli Şêx Hasani Nurani’ni ile sürekli muhasebe, sohbet ve ilmi görüşmelerde bulunur. Şeyh efendi bu misafirindeki üstün zekâ ve ilmi kabiliyetini hisseder ve onun gitmesine bir türlü müsaade etmez.
Tam bu sıralarda, İstanbul’dan Diyarbekir’e, bir konuda Şeyhül İslam’ın bir fetvası gelir. Diyarbekir uleması, bu fetvayı beğenmeyip yanlış olduğuna kanaat eder. Ve Şeyhü’l İslamın çıkardığı bir fetvaya itiraz eden Diyarbekir uleması ile resmi makamı temsil eden zamanın valisi, kadısı, müftüsü arasında bir münakaşa olur. Bunun üzerine incelemesi ve bir çözüme bağlaması için fetvanın bir nüshası Şeyh Hasan-i Nurani’ye gönderilir; Şeyh Hasan-i Nurânî fetvayı alıp inceler ve Şêx Kasım’a göstererek fikrini alır. Şêx Kasım fetvayı inceledikten sonra Diyarbekir ulemasının yanıldığını ve fetvanın doğru olduğunu belirtir. Bunun üzerine Şêx Hasan “o halde, Diyarbekir ulemasıyla münakaşa ve münazarayı kabul edermisin?” diye sorar. Şêx Kasım cevaben “Şeyh izin verirse kanaât ve fikrimi serd etmeye hazırım” der ve Diyarbekire gider. Şehre gidince Diyarbekride halen ibadete açık olan KURŞUNLU Camii ne yerleşerek ilim heyetini camide kabul eder. Yapılan münakaşa ve teati edilen fikirler neticesinde ilmi olarak Şeyhül İslam’ın fetvasının doğruluğunu ıspat eder. Bunun üzerine ulemanın takdirlerini kazanır, Vali tarafından kendilerine orada kalması ve Reis-ul Ulema makamı ile tedrisat yapması istenilir. Fakat O bunu kabul etmeyip memleketine gitmek istediğini belirtir.
Şeyh Kasım Aktepe’ye gelir ve birkaç gün daha kalır ama bir türlü Şeyh Efendi den “evine gidebilirsin” diye bir izin çıkmayınca münasip bir dille akrabalarının ekseriyetinin sürgün edilmesi hadisesine binaen memleketine geri dönmesinin bir ihtiyaç ve zaruret olduğunu ifade eder. Fakat Şeyh Hasan kalması için ısrar ederek gitmesine izin vermez.
Böyle bir zatın ısrarı karşısında Şêx Kasım gitmek için diretmenin doğru olmayacağını düşünerek gitmekten vazgeçer. Memleketi olan ve asırlardan beri sülalece yerleşik olduğu Derşev’de mevcut emlak ve servetinden feragat ederek Aktepe köyünde ikamete başlar.
Şeyh Hasan-i Nurânî’nin vefatına müncer olacak hastalığı esnasında, etba ve yakın akrabalar kendisinden sonra kime biat edeceklerini sorarlar. Şeyh Hasan ise halifesinin kim olduğunun belli olduğunu belirtir. O kişi MELLE KASIM dır.
Bunun üzerine muhtelif yerlerden çeşitli itirazlar gelir. Zira Şeyh’in dört oğlu olduğunu, onlarında ilmi zahirde kâmil olduklarını, büyük edip ve şair olarak divan telif ettiklerini, edebiyat ve ilimde otorite olduklarını ve yabancı birini kendisine halife seçip göstermesini anlayamadıklarını belirtirler.
Bunun üzerin Şêx Hasani Nurani Hazretleri;
“demek ki bugüne kadar ihlâs ve manasıyla benden istifade edememişsiniz! Aksi halde ne demek istediğimi idrak ederdiniz. Elbette ki, menkul ve gayrimenkul mallarım çocuklarıma ve varislerime intikal edecektir. Ancak haiz olduğum rabıta ve hikmet emanettir. Ve bu emanet ona intikal etmiştir. Halifem odur. Benimle irtibatını muhafaza ve devam etmek isteyenler ona biat suretiyle tahakkuk edecektir. Bundan sonra Şeyh Kasım sizin şeyhinizdir.”
Şêx Kasım, şeyhinin vefatından sonra bir süre Aktepe de tebliğ ve irşat vazifesini sürdürür. Fakat bir süre sonra oradan ayrılmak zorunda kalır. Ancak şeyhine olan vefa ve sadakatten dolayı memleketi olan Botan-Derşeve değil muhitte kalmaya karar verir. Bu nedenle halen ÇINAR kazasına bağlı ALTUNAKAR köyüne yerleşir. Ve kısa bir zamanda burada bir medrese inşa ettirir. Ve irşad ve tedrisata burada devam eder.
ALTUNAKAR MEDRESESİ Osmanlı idaresinde resmiyet kesbeder. İlahiyat Fakültesi mertebesinde olan bu medresenin mezunları devlet sektöründe istihdam hakkını kazanırlar. Bu nedenle her taraftan, bilhassa Ortadoğu mıntıkası Suriye, Irak ve Kafkasya’dan burada okumak için talebeler gelirdi.
Şêx Kasım El-Enveri, Mürşidi Kamil Şêx Hasani Nuraniden almış olduğu halifelik vazifesini bihakkın yerine getirerek, Kafkaslar’dan Şam’a Irak’tan Elaziz’in Palu kazasına ve Urfa Siverek ile Adıyaman’ın Kâhta kazasına kadar gelen ve çoğalan müritlerine gerekli irşatla; riyazat, çile, zikir, murakabe, tövbe, istiğfar, züht, tevekkül ve kanaât telkin talim ve temrini yaparak onların gerek cemiyet içinde beşeri faydalı bir uzuv ve gerekse masiva ve nefsanî zaaf ve şerden tebriye suretiyle kemale yardımcı olmaya medar cehd ve gayreti göstermiştir.
Altunakar arazisi zamanla çoğalan aile efradının, mensuplarının, müderrislerin, talebelerin ve gelen misafirlerin iaşe ve ihtiyacını karşılayamayacak duruma gelir. Bunu üzerine Şêx Kasım Altunakar ile hemhudut olan Gozelşêx (Güzelşeyh) köyünü satın almaya talip olur.
Bu köy imparatorluk idaresi tarafından oraya ikamete mecbur edilen Kırım Han’larından Musa Paşa’ya temlik edilmiş, kendisine köyde yazlık-kışlık bir konak inşa edilmiş ve mıntıkanın asayiş ve idaresiyle vazifelendirilerek asalet ve mertebesine layık bir muameleye tabi tutulmuş. Musa Paşa’nın vefatından sonra oğlu İslam Bey, kısa bir zaman sonra mıntıkadan ayrılmak istediğinden köyü bütün mal varlığıyla beraber sayışa çıkarmış.
Bunun üzerine Şêx Kasım köyü satın alır. Ve köy Şêx Kasım’ın oğlu ve sonrada halifesi olacak Şêx Neytullah adına tescil edilir.
Şêx Kasım’ın bildiğimiz kadar 2 kızı ve 5 oğlu olmuştur. Oğullarından biri kendisinden önce genç yaşta vefat etmiştir. Ve Şêx Kasım çok sevdiği bu oğlunun adına şuan Altunakar (Altuxêr) da bulunan türbeyi yaptırmıştır.
Daha sonra kendisi de vefat edince oğlunun yanına defnedilmiştir.
Bölgede yaşanan sürgün olaylarında Şêx Kasım’ın oğullarının her biri bir bölgeye sürgün edilmiş ve aile uzun zaman toparlanamamıştır.

Bilgiler elde edildikçe konuya devam edilecek.